TR
Booking.com
Booking.com
Booking.com Booking.com
Haberler
Anket
Gökçeeada'da Hangisini Yapmayı Tercih Edersiniz?
Kıbrıs'ta sürekli bahar özlemi...
Adnan Genç
Kıbrıs

 Tarihi, doğası, mimarisi ve çokkültürlü kimliği ile ‘Yeşilada’...

 

Ercan Havaalanı’ndan Mağusa’ya giden yol boyunca

sapsarı görüntüleri ile katırtırnakları belleğimize kazınıyor. Merhaba Kıbrıs.

 

Bilinebildiği kadarıyla, Kıbrıs’ın 8 bin yıllık tarihine merhaba diyoruz. İlk izlenimi ferah doğa parçası ve güleçyüzlü Kıbrıslılar üzerinden ediniyoruz. Yüzlerce yıldır ciddi önem taşıyan jeopolitik değerdeki bu Akdeniz adasında, sanki adalı olmuş olmanın doğal sonucu olarak, herkes tatlı bir rehavet içinde... Her şey ahestebeste... Adalılar Bizanslıdan bu yana; Lüzinyanlar, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizlerle ‘haşırneşir’ olduklarından dolayı daima bir ‘hami’ bulduklarını düşünerek epeyce bir rahatta kalmışlar. Sömürgecilik ve uygulamalarına ilişkin öğrendiklerini ise her seferinde çok çabuk unutmuşlar; anımsadıklarında ise daima iş işten geçmiş... Aynı bağlama oturtmasak da şimdilerde de Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkilerinde, gene bir miktar ‘alıcı’ durumdalar. Ve ada halkının çoğunluğu bu ilişkiden görece rahatsız. Başlarının çaresine bakmayı çok istiyorlar. Ama doğrusu genlerine girmiş olan ‘rehavet hali’, düşündüklerini uygulamaları konusunda önlerini kesmiyor değil... Sosyopolitik minval böyle gibi...

Susuz adanın sivrileri... Mağusa’dayız...

Ada yüzlerce yıldır su sorunu yaşamış. Hâlâ kuzey kesimine su, Türkiye’den geliyor. Tarımsal alanlar için küçük göletler var. Yetmiyor. Ama anofelin kaynağı buralar... Canlıların tamamı için her çeşit su gereksinimi, canlarına tak dedirtmiş... Mağusa Belediye Başkanı çözüm yolunun kendine yeten ekonomi olduğunu biliyor: “Turizmden başka yatırım yapacak alan, turizmden başka beklentimiz şimdilik yok gibi” diyor. Başkan oldukça duygusal nitelikli siyasal bir tavır da gösteriyor: “Türkiye bizi hukuken tanıdı. Uygulamada ise herhangi bir ilçesi, beldesi gibi yakın ve ‘içerden’ duruyor. Ama, bizi dünyanın tanımasını istiyoruz. Sıkıntımız bu... Kendi meşruiyetimizi ve irademizi ellerimizde istiyoruz. Dünyaya anlatacaklarımız ve sunacaklarımız var.” Hayalet kent Maraş’la sırtsırta duran Mağusa’nın gerçekten dünya turizmine sunacağı önemli zenginlikleri var. Tarihi ve mimari öneme sahip yerleri konusunda Kıbrıs Seyahat Acenteleri Birliği eski Başkanı Haşim Rahvancıoğlu’ndan bilgi alıyoruz: Salamis Harabereleri, Venedik Sarayı, Lala Mustafa Paşa Camii (St. Nikolas Katedrali), Namık Kemal Zindanı, Otello Kalesi, Deniz Kapısı (Porta Del Mare), Canbulat Türbe ve Müzesi, St. Barnabas Manastarı (İkon ve Arkeoloji Müzesi) ile İÖ 2000-1050 yılları arasında kurulu olan Ergomi Krallığına ait harabeler...  Sayılan yerlerin hepsinin içinden, kıyısından hızla geçiyoruz. Kentin kuzey doğusunda yer alan Salamis Harabeleri ve St. Barnabas Manastırı (İkon ve Arkeoloji Müzesi)’nı geziyoruz. Akalar tarafından İÖ 1184 yılında kurulan Salamis’in, Tekfros tarafından inşa edildiği sanılıyor. İS 647 yılında Araplar ve depremler tarafından harabeye döndürülen Salamis’ten sonra Mağusa önem kazanmaya başlamış. Aslında insan eliyle yok olması süreci özellikle Süveyş Kanalı’nın inşaası sırasında hızlanıyor. 1 liraya taş satın alan İngilizler etrafta taş taş üstünde bırakmıyorlar. Roma tiyatrosu yerli yerinde kalabilmiş ve olağanüstü akustik özellikte bu mekânda 6 bin kişiye gösteri yapabilme olanağı var. 3 bin kişilik şehir nüfusuna göre abartılı bir koltuk sayısı ama; sırtı denize dönük konumdaki seyirci platformunu biraz ferah tutmuşlar gibi... Birkaç kilometre yakınlıktaki St. Barnabas Manastırı ise Mağusa civarında gezilebilecek yerlerinden başında geliyor. Hıristiyanlığı yaymak için 45 yılında çalışmalar sürdüren ve bu yolda öldürülen bir yahudi olan Barnabas adına yapılmış olan bu katedral, azizin öğrencileri ve müritlerince 432 yıl sonra inşa edilmiş... Şimdi ikon ve arkeoloji müzesi olarak kullanılıyor. 

Girne Şehri, Kalesi ve Limanı...

Aslında Girne şehri demek mümkün değil. Çünkü yönetimsel yapılanma bildiğimiz gibi değil. Kıbrıs’ın beş ilçesi var: Lefkoşa, Mağusa, Girne, Güzelyurt ve İskele. Bilgileri Girne Belediyesi’nin eski müdüründen biri olan Nidai Güngördü’den alıyoruz. Dostumuz Ankara DMMA’da okumuş. Şimdi de ülkesinde hizmet veriyor. Türkiye’den karşılığını sorarsanız belediye başkan yardımcısı gibi... Özellikle İskenderiye Dörtlüsü olarak bilinen ‘nehir roman’la tanıdığımız ünlü yazar Lawrence Durell’in üç yıl kadar yaşadığı Bellapais (Beylerbeyi) köyüne uzanıyoruz. Yemek yiyerek sohbet ediyoruz. Girne’nin hemen sırtında yer alan bölge eski bir dutluk bölgesi. Durell’in Acı Limonlar adıyla türkçeye çevrilmiş kitabında da yer alan kahvehaneye giriyoruz. Devasa bir lokantaya dönmüş. Yemekli toplantımızdaki hazirun, Türkiye’den gelen turist toplamının çoğunluğunun yarattığı imajdan yakınıyor. İnsanların ‘kumar turizmi’ adı verilen hareketliliği otellerde sabit tutmasının ekonomiye yarar sağlamadığı iddiasındalar. Turistler, uçakla geliyorlar. Minibüslere binip hızla otellerin oyun salonlarına doluşuyorlar. Yemeklerini oracıkta yiyorlar ve iki gün sonra yine minibüslerle havaalanına gidip, Türkiye’ye dönüyorlar. Şehri gezenler, yiyip içenler, alışveriş edenler yok. 

Trekking, deniz kıyısı ve dibi...

Gazetecilik de yapan "alternatif turizm" firması sahiplerinden Hasan Erçakıcı özetle, “Tarihi, doğası ve mimari önemi açısından Kıbrıs çok zengin. Muradımız bu zenginliği özellikle Türkiyeli kamuoyuna duyurmak. Temiz kıyıları, pırıl pırıl denizi ve Beşparmak’tan denize doğru yapılacak ‘trekking’ler sayesinde ülkemizde keyifli günler geçirilebilir” diyor. Biz de gözlemlerimizle bu fikre katılıyoruz. Yemekten sonra gözümüzün önünde bütün görkemiyle duran ve Girne’ye olağanüstü bir panoramadan bakan Bellapais (Barış) Manastırı’nı geziyoruz. İS 1158-1205 yılları arasında inşa edilen manastır, Cenevizliler’in akınlarıyla tahrip oluyor. Venediklilerin de ilgisizliği yüzünden gözden düşüyor. Mayıs ortalarında yapılacak müzik festivali için hazırlıklarını tamamlayan manastır, caz ve klasik müzik tutkunlarını bekliyor. 

Girne Limanı ve Kalesi...

Başbakanlık eski müsteşarı ve turizmci Erçakıcı konuşmasını sürdürüyor: “Girne’de tarihi zenginlik son derece doyurucu. Liman ve Girne Kalesi, Batık Gemi Müzesi, Arhangelos Mihail Kilisesi (İkon Müzesi), St. Hillarion Kalesi, ada halkları tarafından kutsal adak yeri sayılan Ömer Türbesi, Buffavento Kalesi... Limana hakim kurulmuş olan Girne Kalesi ise; İS 200. yıllardan itibaren bulunduğu yere konuşlanmaya başlamış. Asıl inşa ve işlevsellik 700. yıldan itibaren başlar. Bizans (395-1192), Luzinyanlar (1192-1489), Venedikliler (1489-1570) ve Osmanlılar (1570-1878) tarihleri arasında kaleyi büyütmüş ve sağlamlaştırmışlar. Sonradan bütün Kıbrıs, Osmanlı tarafından İngilizler’e 100 bin altın karşılığı satılmış ve sonrasını herkes biliyor... Özellikle ‘63’ten sonrasını...” 

Girne kalesi ve İÖ 1800 yıllarından geldiği buluntulanan gemi kalıntısı görmeye değer, diye düşünüyoruz. Kıbrıslı genç bir girişimci ve işkadını olan Heniye Tevfikoğlu ile hakiki bir otçul olan emlakçı dostumuz Serden Hoca’dan günlük yaşam ve alışkanlıklar üzerine kimi bilgiler alıyoruz. Yeşili, sebzeyi çok seviyor Kıbrıslı. Sevgili Serden sürekli olarak kereviz sapı, nane, maydanoz, salatalık, mangollo (kaz ayağı) yiyor. Akdeniz mutfağının tipiklerinden zeytinyağlı turşular da sofrada. Pancar ve barbundan yapılan turşu ile naneli patates haşlama olağanüstü... Bu arada yoğurtsuz mantıları (pirohu) da sevilen yemeklerden. Hellimli ve zeytinli tuzlu kekleri ise (içinde kuru üzüm de var) olağanüstü. Beşparmak dağlarında sahile inen yollar üzerinde; Alevkayası bölgesi ile St. Hillarion Kalesi eteklerinde yaptığımız olağanüstü piknikte hepsinin tadına vardık. İçki yerine naneli ayran içiyoruz. 

Dağdan indim şosaya...

Her nedense Suudili bir vakfın parasını verip; iki gidiş iki de geliş olarak projelendirdiği ama gene her nedense tek gidiş ve tek geliş olarak inşa edilen şosaya iniyoruz. Dağlardan yola indik inmesine ama, yol almak o kadar kolay değil. Türkiye’den gelen göçmenler ile öğrenciler soldan direksiyonlu arabaları ile sağdan akan trafikte sorun yaratıyorlar. Dikkatle ilerliyoruz. 6 özel üniversiteden Yakın Doğu Üniversitesi’nin kampüsü civarından geçiyoruz. Toplam nüfusun yüzde 10’u üniversite öğrencisi ve yüzde 80’i de Türkiye’den gitme. Türkiye’den gitme yerleşimciler de var. ’74 sonrası Kıbrıslı Türklerin nüfusuna eş bir nüfus oraya yerleştirilmiş... Yılların hareketi ile özellikle güneydoğudan; Siirt’ten ve karadenizden; Giresun’dan yerleşimci getirilmiş. Kısa bir not: Kıbrıs tarihinde özel bir yeri olan Aslan Yürekli Rişard’ın gemilerinden bir bölümü ele geçiriliyor. İçinde nişanlısı ve kız kardeşi de var. Ganimet önemli deyip el konuyor ve pozisyon alınıyor ama Rişard, gelip gemileri de Kıbrıs’ı da ele geçiriyor. 12. yüzyılda olan bu olayın Kıbrıs tarafında İsakomen var. Bu heveskâr kral da aslında Siirt’ten gelmiş. Son 25 yıldır gelen Siirtliler’den 8 yüzyıl önce de hemşeriler buradalarmış... Enteresan sayıyoruz...   

Lefkoşa... Yeşil hat... Ledra Palas...

Hemen hemen sınır bölgesindeyiz. Karşıda otelin yanında resmi bir yapı; Rum kesiminin bayrağı ve Yunanistan bayrağı var. Uygulama kuzey kesiminde de aynı. KKTC’nin herhangi bir resmi binasında bayraklar yan yana... 

UNESCO fonlarından restore edilmiş eski sokakları arşınlıyoruz. Kuzey Kıbrıslı Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’nin evi ile hemen yakınlarındaki Derviş Paşa Konağı (Etnografya Müzesi)’nı geziyoruz. Sevimli müdiresi bize yakınlık göstererek müze ev hakkında bilgiler veriyor. Eski çarşı civarında geziniyor, tarihi çarşıları fotograflıyoruz. Lefkoşa’dan ayrılmak üzereyken Mağusa Kapı yolu üzerindeki meydanda çok yaşlı bir bey ile karşılaşıyoruz: Muhtar Tevfik Ali bey. Heyecanlanıp gaza gelince tırnak çekmeye kadar pek çok işkenceyi yapmış olan, İngilizler döneminden kalma eski bir siyasi komiser ile karşı karşıya kaldığımızı; biraz hüzün, biraz da kızgınlıkla gözlemliyoruz. Yaşlı adamı daha fazla paylamamak için yanından uzaklaşıyoruz. Kendimizi bir pastaneye atıp şammali, gullirikya ve pastelli yerken buluyoruz. Kıbrıslı’nın pek sevdiği ‘türkkahve’ içerek kendimize geliyoruz. Turizmci dostumuz Erçakıcı bizi bilgiye boğarak hem havayı serinletmeye çalışıyor, hem de kalan son bir iki yeri de salimen gezmemizi sağlıyor: “Lefkoşa’da da pek çok tarihi mekanımız var. Girne Kapısı, Büyük Han, Kumarcılar Han, Arap Ahmet Camii, Selimiye Camii (St. Sopia Katedrali) ve Sultan Mahmut Kütüphanesi... 1208-1326 yılları arasında Lüzinyanlar tarafından inşa edilen Aya Sofya Katedrali, gotik tarzıyla da mimari öneme sahip. Latin kralların taç giyme törenlerinin yapıldığı yapı, depremlerle zarar görmesine karşın, şu sıralarda çevre restorasyonu ile konukların ilgisini çekmekte...”

Yeşilada... Kel Kıbrıs...

Evet, suyu olmayan adanın, dağlarında ve ovalarında yeşil azalmış... Özellikle geçtiğimiz yıl çıkan yangında epey zarar görmüşler... Yangın sonrası ağaçların çoğunu kestirmemişler de, epeycesi şimdi yeşillik sağlıyor. Kısaca, denizi, kıyıları, sıcak insanları ile Kıbrıslı ülkesine turist bekliyor. Görece ucuzluğu ve alternatif tatil olanaklarının çokluğu ile nüfus kağıdımızı cebimize koyup yola koyulabiliriz. Kıbrıscık hakkında iki satırcık okuyasınız diye, yazıvirdik. Bakalım na’apcanız!.. Gidivirin istiğrik...

 

 

 


7588 kere görüntülendi.